Genel düşünce tarihinde ele alındığı şekliyle Tanrı kavramı (genellikle) primitive dönem ve modern dönem ayrımıyla ele alınır, bu ayrıma delil olması anlamıyla insanın var olduğu ilk yılların yaşamsal koşulları delil olarak sunulur Antropolojik veriler gibi.
İşte ele almak istediğim nokta burası Comte un üç hal yasası uyarınca insan düşüncesi bir gelişim evresi çiziyordu bu gelişim linear bir gelişme şeklindeydi ve insan’ın Tanrı düşüncesi biraz ilkel haliyle animizm den başlayarak politeist inanıştan monoteizme doğru bir yön çiziyordu. Buna göre dinler Feuerbach’ın deyimiyle söylersek insanın çocukluk döneminin ürünleri olarak ortaya çıkmış oluyordu.
Bunun yanında dinler ve özellikle İslam ve Sanatana Dharma kendilerini ezeli olarak aktarıyorlar bu dinlerden İslam’ın Din olarak anlamının sadece Hz. Muhammed (A.S.)’e gelen vahiyle sınırlı olmayıp İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den itibaren insanlığın gelişim çizgisine paralel olarak bir yönü ve toplulukların sosyo politik ve psikolojik yönüyle diğer bir yönü dikkate alınarak Allah’ın Emirlerini insanlara iletmesi (vahiy) olarak ortaya çıkıyor.
Sanatana Dharma kendisini öncesiz bir yaşam sitili olarak ortaya koyuyor yani bir anlamıyla bu bir din olmaktan çok evrendeki yaşamın ta kendisi olarak sunuyor , Ki zaten Sanatana Dharma Ezeli ebedi (öncesiz, sonrasız) düzen anlamına gelir, ve bilinen yazılı ve sözlü mirasında bize aktardığı tarihte bunu onaylar gibidir bu onaylama Dharma’nın gerçekliği anlamıyla değil tarihselliği itibariyledir. Bu ön açımlamadan sonra ortaya çıkan çelişki neyle izah edilecektir ? Burada dinsel düşünce veya felsefi düşünce arasında tercih yapmayı kolaylaştıracak veya zorlaştıracak veriler var mıdır ?
Burada kolaylık anlamında bilim şunu buyuruyor imaları da tutarlılıktan uzak gibi duruyor İnsanlık yaklaşık 7000 yıldır yazıyla tanışmış durumdadır bu onun aydınlık ve bizim ulaşabildiğimiz yanı mı ?, cevabı bana göre kocaman bir hayır Tarih okumalarına ve özellikle H.G. Gadamer türü okumalara alışık olanlar etkiler kuramını hatırlayacaklardır buna göre insan tarihe bakarken mutlaka ön yargılarıyla düşünecek ve anlayacaktır o halde tarih objektif olma özelliğini taşımıyor olacaktır dolayısıyla bize vereceği malzemede objektif olamayacaktır ve biz bu malzemeden hareketle elde edeceğimiz yorumlarımızda ne kadar tutarlı olacağız.
Bir diğer sorun dinlerin metinlerinden çıkıyor Örneğin İslam’a göre Allah insanlara yaşayış ve algılayış özelliklerine uygun dinsel yaşam şekilleri gönderiyordu ama Bazı durumlarda insanlar Allah’ın elçileri ölünce onları fetişleştiriyor veya dini farklılaştırıyorlardı, tarihi bu anlamıyla okursanız şuan yeryüzünde var olan Onlarca dinin ve yüzlerce inanışın kökeni de ortaya çıkmış oluyor gibi ve bunun bir anlamıyla bakarsanız Comte da yakın olduğunu bilebiliyorsunuz peki bir çözüm müdür ?
Comte’a gelecek olursak gerek Pozitif felsefe Derslerinde Gerekse Pozitivizmin İlmihalinde Anlaşıldığı kadarıyla dönemin Avrupa şartlarında Var olan salt bilimcilik yani yaşamı ve evreni bir bütün halinde açıklamayı deneme girişiminin ortaya koyucularından olduğunu görebiliyoruz, salt bilimcilik anlayışı tarihten alınan malzemeyle geleceğe yön verilme olarak ta okunabilir K. Popper bunu tarihselcilik olarak ele alır ve şiddetle eleştirir.
Tarihselciliğe göre biz yorumsamacılar olarak geçmişi ne kadar bilebilirsek geleceğe de o oranda yön verebiliriz buradan çıkan anlama göre aynen fizikte olduğu gibi yaşamında nedenselliğe benzer yasaları vardır bir olayın var olmuş olması bir diğer olay için yeter nedendir, işte Comte’un üç hal yasası olarak adlandırdığı kuramının altında yatan düşünüş şekli budur.
Tanrıya ve dine dinlerin kendileri tanıtlamalarından farklı olarak yaklaşma felsefe tarihi kadar eskidir diyebiliriz ateist yaklaşımın bilinen ilk temsilcisi Demokritos olarak bilinir Demokritos evreni politeistik dinlerin açıklamalarından farklı olarak maddenin ezeliliği fikriyle açıklamaya çalışıyordu, Kıta ve Ada Avrupa sın da durum birazda Hıristiyanlığın Kilise despotizmi sayesinde genel anlamıyla bir Hıristiyanlık eleştirisinden öteye geçememiştir.
Feuerbach (18’ yy) Tanrıyı ve dini insanın düşsel gerçekleri olarak adlandırıyordu The Essence Of Christiantiy adlı eserinde ortaya koyduğu Projection (yansıtma) kuramıyla Tanrının ve onun kurumları olan dinlerin insanın özünün istemlerinin yansımaları olarak ortaya çıkmış olan düşünüşler olarak adlandırıyordu Feuerbach’a göre insanın gerçekleştiremeyeceği düşlemleri vardır ve o bunları doğrudan doğruya kendisinin yarattığı bir üst güce yansıtarak Tanrıyı var etmiş oluyordu, böylece Tanrı insanı var etmiyor (Genesis, Yaratma) insan Tanrısını kendisi var ediyordu ancak bu yaratma Durkheim’in aktardığı şekilde toplumsal olmaktan öte tamamen psikolojik etkenliydi (bu Antropolojik ateizm olarak adlandırılır).
Hıristiyanlık tarihi incelendiğinde Milatta doğan Jesu’nun (Hz. İsa) bildiğimiz insandan farkı olarak herhangi bir özellik taşımadığını görürüz (olaya felsefi gözle bakmak için bir kurgudur bu çünkü ve Feuerbach nede diğer Ateistik filozoflar Jesu’nun babasız doğduğuna nede onun Tanrı (kuzusu) olduğuna inanmıyorlardı ) ancak onun m.30 yılında bir Tanrı olarak karşımızda durduğunu görebiliriz işte bu duruş filozofumuzu bu anlamda düşünmeye itmiş olabilir ardından gelen yıllarda dinin Creodo’suna (temel inanış, akaid) eklenen özellikle Meryem ile ilgili figürler sıradan bir insanın 33 yıllık sürede Tanrı Annesi konumuna yükselmesi gibi aktarımlarda bunda etken olmuştur. Peki diğer dinler incelendiğinde ve Feuerbach’ın projection kuramı bunlara uygulandığında durum nasıl bir hal alıyor bunu kurgulayalım.
Buddizm S.Gotama Buddha’nın nirvanaya ulaşmasından çok sonraları sistematize olmuştur, yorumlarında iki ana mezhebi de barındıran bu din içinde Tanrı veya onu karşılayacak herhangi bir kavramı yada olguyu barındırmayan bir dindir bu anlamıyla Feuerbach’ın kuramındaki özellikle tanrı tanıtlamaları Buddizm için pek anlam ifade etmiyor, Buddizm içinde dinsel Ritüeller (ibadet şekilleri) tamamen ahlaki form tutma biçimleri şeklindedir bir Tanrı veya üst gücün emirlerini yerine getirme onu memnun etme ondan gelecek ödül veya cezanın yer almadığı bu din Feuerbach anlamında ne ifade eder ?
Birde ilkel dini ele alalım bu Şamanizm olabilir Şamanizm Türklerin milli dinidir bu dinin Kozmogonisine (evrenin yaratılış şekillerini açıklama) göre evrenin tepesinde Bay-Ülgen oturmaktadır onun çocukları vardır ve Tanrı Bay-Ülgen evreni onların yardımıyla yönetir Bunlardan Erlik Kaan ona isyan etmiştir ve yer altında yaşamaktadır (şeytan) ona verilen görev ise yaşayanlara tuzaklar kurmaktır . Tanrılarla insanlar ancak Şamanlar (din adamı) vasıtasıyla görüşebilirler Şaman yeraltına gideceği zaman hediye olarak leş, göğe çıktığı zaman güzel ve cazip hediyeler götürür tanrılar gökte ve yerde çeşitli entrikalar çevirebilir insanlara zarar verecek çokça insansı eylemin var edicisi olabilirlerdi. İşte bu dinin Feuerbach anlamında ele alınmaya değer bir tarafı var çünkü bu kozmogoni okunduğunda insanın aklına eski Türk devletlerindeki taht kavgaları ve kavgayı güdenler etrafında ki olaylar geliyor burada insani özün yansımalarını görmek mümkün.
Yaşanılan coğrafya da en çok inananı olan İslam söz konusu olunca Projection kuramı nasıl bir şekil alıyor acaba ?. Öncelikle İnsan kavramına karşılık gelen bir adlandırma yaparak başlayalım insanın somutlaşması bu anlamıyla önemli , öyle ya insan dediğimiz kim? yaşamın yeryüzünde var olmasından bu yana var olan nice kişiden biri bu somutlaştırmaya birde ad verelim bu ise dinin kurucusu olan (Hz) Muhammed olsun ve ona Feuerbach’ın sorularını soralım neydi bu insanın ihtiyaçları ve ardından gelen dinin oluşumunda bunun etkileri nelerdir ?(Hz) Muhammed in kişisel ihtiyaçları toplumsal statü ihtiyaçları burada söz konusu edilmektedir. bu soruları sorarken aklımızda Din olarak İslam ın Kozmogoni sini göz önünde bulunduralım....
Din olarak İslam’ın günümüzdeki anlamını ele alarak başlayalım isterseniz, insanlığa verdiği ve diğer dinlere benzemeyen içinde boşluk bırakmayan bir evren haritası sonsuz güce sahip bir Tanrı imajizasyonu, insana yeteri bilgiyi sunan bir geçmiş ve gelecek haritası ve bunları var ettiği ileri sürülen m.6. yy’da yaşamış okuma yazma bilmeyen bir Arap işte Feuerbach ölçeğinde değerlendirilmesi gereken nokta burası sanırım.
Dinler kozmogonilerini ortaya koymaya öncelikle Tanrının neliği ile başlarlar ve Tanrı denilen varlıktan ne anladıklarını Soyut bir olguyu hiç kimsenin görmediği hatta bir kısmının (Kendi dinlerine inanmayan herkesin) inanmadığı bir varlığı insana yanıtlamanın zorluğu burada kendini hissettirir, insan ve Tanrı arasındaki ontolojik farklılıkta ayrı bir sorunsaldır dinler için; insan sınırlığı ile icat edebilen zamanla ve madde form ilişkisi ekseninde düşünüşler ortaya koyan bir varlıktır, ve din bu ortamda insana, zamanla sınırlanamayan asla göremeyeceği bilemeyeceği bir varlığı aktarırlar.
İslam din olarak söz konusu olduğunda cümlesinin benim kullandığım anlamıyla anlamı Salt din ve İnananların yaşayışlarıyla somutlaştırdıkları din ayrımında salt din anlamındadır, bu anlam bugünün yaşanılan dinin önemli bir bölümü kapsam dışında bırakır,
İslam dini felsefi dille söylersek katı monoteist din statüsüne girer Katı monoteizmin İslam kelamında en iyi savunucusu Gazzali olagelmiştir Onun nitelemesiyle Tanrı kara gecede kara taşın üzerindeki kara karıncanın kara ayağını görür, ancak bu niteleme kelami anlamda aktarımdır İslam düşünce tarihinde Felasife (felsefeler, kaynağını us’tan alan her türlü düşünüş olarak isimlendirilir ) kökenli filozoflar tanrı tanıtlamalarına farklı yaklaşmışlardır, Meşşşai (Peripetosçular Aristonun ardılları ) ekol tanrı tanıtlamalarına Sudur kuramıyla açımlamalar getirmeye çalışıyordu Sudur taşma anlamına gelmektedir , bu kurama göre Tanrı Aynen Platon un Tanrı tanıtlaması gibi hareket etme gücü olamayan kendini bilen bir varlıktı ancak farkı kendini bilmesiyle Alemi de bilen bir varlık olmasıydı.
İslam düşünce tarihinde kullanıldığı anlamıyla TANRI TEK, EZELİ, EBEDİ, MUTLAK VE İYİDİR, buradaki kavramları tek, tek irdelersek İslam ın Tanrıyı nasıl nitelediğini anlayabiliriz Tanrının tek olmasını nitelerken kelamcılar AHAD kavramını kullanırlar AHAD Allah’a her türlü benzeşimi reddeden İhlas Suresinin ana terimidir bu anlamıyla Tanrı varlıkların hiç birine benzemez ikinci olarak O mürekkeb (birleşik) olmayıp basit bir varlıktır (bu anlamıyla Hıristiyan Teolojisinde aktarıldığı anlamıyla Tanrının tek olduğu ancak onun Üç şekilde / sıfatta göründüğü şekliyle aktarılan Teslis / Trinity inanışını yadsır) bunun yanında O yaratıklarından hiç birisinden var olmak ve varlığını devam ettirmek için yardım almak durumunda değildir.
Tanrının Ezeli ve Ebedi olması onun için bir başlangıç ve son düşünülemeyeceği anlamına gelir buna göre biz Tanrı için olmadığı bir zaman düşünürsek bu haliyle onun sonradan var olduğunu öne süreriz bu ise onun sonradan olduğu anlamına gelir. Bu konuda İslam düşünce tarihinde ciddi tartışmalar olmuştur Farabi ve İbn-i Sina ekolü Sudur teorisi uyarınca Bütün varlıkların Tanrı gibi Ezeli sıfatını taşıdıklarını düşünüyorlardı Çünkü bu ekole göre Tanrı dışında bir varlığın var olması onun Tanrı tarafından düşünülmesine bağlıydı ve eğer biz bir varlığa sonradan yaratılmış dersek bu Tanrının onu düşünmediği bir zamanın olduğu anlamına gelir bu ise Tanrıya uygun olamayan bir nitelemedir, tanrının ebedi olması onun gelecekte de var olması anlamına gelir İslam düşünce tarihinde Tanrıyla beraber İnsan ruhlarının da ebedi olacağı düşünülmektedir.
Tanrının SONSUZ ve DEĞİŞMEZ olması Onun ezeli ve ebedi olmasıyla ilgilidir; bu kavramlar onun en üstün sıfatlara sahip olduğunu ve onun fiillerinde her hangi bir sınırlamanın olamayacağı varlığı ve mahiyetinin / ne’liği’nin aynı olduğunu ve en üstün sıfatlara sahip olduğu anlamında kullanılır.
“Allah göklerin ve yerlerin NURUDUR “(Nur 35) ayeti bir çok Müslüman düşünür tarafından ilahi sonsuzluk anlamında kullanılmıştır M. İKBAL’e göre “Allah yaratıcı gücünde sonsuz imkanların bulunduğu mutlak bir ben’dir (ene/ego); yine ilahi sonsuzluk onun ferdiyetine/tek ve benzersiz olmasına zarar vermeden öteki sonluları SEVGİYLE kucaklamaktadır.
Tanrının İYİ olması felsefe tarihi içinde en çok tartışması yapılan sıfat olagelmiştir politeistik dinler bunu iyi bir tanrının yanına birde kötü Tanrı koyarak düalist/ikici bir yaklaşımla çözmeye çalışmışlardır, bunun yanında bazı filozoflar Tanrının gücü ve iyi olmasıyla evrende var olan kötülüklerin bir arada olmasını ya Tanrının yada kötülüğün olamaması yönüyle ele almışlardır bu anlamıyla eğer bir kötülük varsa ve sonsuz güçte bir Tanrı varsa bu durumda iki durum söz konusudur ya Tanrı güçsüzlüğünden kötülüğü önleyemiyordur (ki bu durumda o güçsüz olur) yada o cidden insanın kötülüğünü isteyen despot bir varlıktır .
İslam kozmogonisini işlemeye Tanrı sıfatları ile başladım, bu bir yerde bir mecburiyet gibi Tanrıyı nitelemeden Onun yarattığı evreni anlamak biraz güç geldi bana...
İşte ele almak istediğim nokta burası Comte un üç hal yasası uyarınca insan düşüncesi bir gelişim evresi çiziyordu bu gelişim linear bir gelişme şeklindeydi ve insan’ın Tanrı düşüncesi biraz ilkel haliyle animizm den başlayarak politeist inanıştan monoteizme doğru bir yön çiziyordu. Buna göre dinler Feuerbach’ın deyimiyle söylersek insanın çocukluk döneminin ürünleri olarak ortaya çıkmış oluyordu.
Bunun yanında dinler ve özellikle İslam ve Sanatana Dharma kendilerini ezeli olarak aktarıyorlar bu dinlerden İslam’ın Din olarak anlamının sadece Hz. Muhammed (A.S.)’e gelen vahiyle sınırlı olmayıp İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den itibaren insanlığın gelişim çizgisine paralel olarak bir yönü ve toplulukların sosyo politik ve psikolojik yönüyle diğer bir yönü dikkate alınarak Allah’ın Emirlerini insanlara iletmesi (vahiy) olarak ortaya çıkıyor.
Sanatana Dharma kendisini öncesiz bir yaşam sitili olarak ortaya koyuyor yani bir anlamıyla bu bir din olmaktan çok evrendeki yaşamın ta kendisi olarak sunuyor , Ki zaten Sanatana Dharma Ezeli ebedi (öncesiz, sonrasız) düzen anlamına gelir, ve bilinen yazılı ve sözlü mirasında bize aktardığı tarihte bunu onaylar gibidir bu onaylama Dharma’nın gerçekliği anlamıyla değil tarihselliği itibariyledir. Bu ön açımlamadan sonra ortaya çıkan çelişki neyle izah edilecektir ? Burada dinsel düşünce veya felsefi düşünce arasında tercih yapmayı kolaylaştıracak veya zorlaştıracak veriler var mıdır ?
Burada kolaylık anlamında bilim şunu buyuruyor imaları da tutarlılıktan uzak gibi duruyor İnsanlık yaklaşık 7000 yıldır yazıyla tanışmış durumdadır bu onun aydınlık ve bizim ulaşabildiğimiz yanı mı ?, cevabı bana göre kocaman bir hayır Tarih okumalarına ve özellikle H.G. Gadamer türü okumalara alışık olanlar etkiler kuramını hatırlayacaklardır buna göre insan tarihe bakarken mutlaka ön yargılarıyla düşünecek ve anlayacaktır o halde tarih objektif olma özelliğini taşımıyor olacaktır dolayısıyla bize vereceği malzemede objektif olamayacaktır ve biz bu malzemeden hareketle elde edeceğimiz yorumlarımızda ne kadar tutarlı olacağız.
Bir diğer sorun dinlerin metinlerinden çıkıyor Örneğin İslam’a göre Allah insanlara yaşayış ve algılayış özelliklerine uygun dinsel yaşam şekilleri gönderiyordu ama Bazı durumlarda insanlar Allah’ın elçileri ölünce onları fetişleştiriyor veya dini farklılaştırıyorlardı, tarihi bu anlamıyla okursanız şuan yeryüzünde var olan Onlarca dinin ve yüzlerce inanışın kökeni de ortaya çıkmış oluyor gibi ve bunun bir anlamıyla bakarsanız Comte da yakın olduğunu bilebiliyorsunuz peki bir çözüm müdür ?
Comte’a gelecek olursak gerek Pozitif felsefe Derslerinde Gerekse Pozitivizmin İlmihalinde Anlaşıldığı kadarıyla dönemin Avrupa şartlarında Var olan salt bilimcilik yani yaşamı ve evreni bir bütün halinde açıklamayı deneme girişiminin ortaya koyucularından olduğunu görebiliyoruz, salt bilimcilik anlayışı tarihten alınan malzemeyle geleceğe yön verilme olarak ta okunabilir K. Popper bunu tarihselcilik olarak ele alır ve şiddetle eleştirir.
Tarihselciliğe göre biz yorumsamacılar olarak geçmişi ne kadar bilebilirsek geleceğe de o oranda yön verebiliriz buradan çıkan anlama göre aynen fizikte olduğu gibi yaşamında nedenselliğe benzer yasaları vardır bir olayın var olmuş olması bir diğer olay için yeter nedendir, işte Comte’un üç hal yasası olarak adlandırdığı kuramının altında yatan düşünüş şekli budur.
Tanrıya ve dine dinlerin kendileri tanıtlamalarından farklı olarak yaklaşma felsefe tarihi kadar eskidir diyebiliriz ateist yaklaşımın bilinen ilk temsilcisi Demokritos olarak bilinir Demokritos evreni politeistik dinlerin açıklamalarından farklı olarak maddenin ezeliliği fikriyle açıklamaya çalışıyordu, Kıta ve Ada Avrupa sın da durum birazda Hıristiyanlığın Kilise despotizmi sayesinde genel anlamıyla bir Hıristiyanlık eleştirisinden öteye geçememiştir.
Feuerbach (18’ yy) Tanrıyı ve dini insanın düşsel gerçekleri olarak adlandırıyordu The Essence Of Christiantiy adlı eserinde ortaya koyduğu Projection (yansıtma) kuramıyla Tanrının ve onun kurumları olan dinlerin insanın özünün istemlerinin yansımaları olarak ortaya çıkmış olan düşünüşler olarak adlandırıyordu Feuerbach’a göre insanın gerçekleştiremeyeceği düşlemleri vardır ve o bunları doğrudan doğruya kendisinin yarattığı bir üst güce yansıtarak Tanrıyı var etmiş oluyordu, böylece Tanrı insanı var etmiyor (Genesis, Yaratma) insan Tanrısını kendisi var ediyordu ancak bu yaratma Durkheim’in aktardığı şekilde toplumsal olmaktan öte tamamen psikolojik etkenliydi (bu Antropolojik ateizm olarak adlandırılır).
Hıristiyanlık tarihi incelendiğinde Milatta doğan Jesu’nun (Hz. İsa) bildiğimiz insandan farkı olarak herhangi bir özellik taşımadığını görürüz (olaya felsefi gözle bakmak için bir kurgudur bu çünkü ve Feuerbach nede diğer Ateistik filozoflar Jesu’nun babasız doğduğuna nede onun Tanrı (kuzusu) olduğuna inanmıyorlardı ) ancak onun m.30 yılında bir Tanrı olarak karşımızda durduğunu görebiliriz işte bu duruş filozofumuzu bu anlamda düşünmeye itmiş olabilir ardından gelen yıllarda dinin Creodo’suna (temel inanış, akaid) eklenen özellikle Meryem ile ilgili figürler sıradan bir insanın 33 yıllık sürede Tanrı Annesi konumuna yükselmesi gibi aktarımlarda bunda etken olmuştur. Peki diğer dinler incelendiğinde ve Feuerbach’ın projection kuramı bunlara uygulandığında durum nasıl bir hal alıyor bunu kurgulayalım.
Buddizm S.Gotama Buddha’nın nirvanaya ulaşmasından çok sonraları sistematize olmuştur, yorumlarında iki ana mezhebi de barındıran bu din içinde Tanrı veya onu karşılayacak herhangi bir kavramı yada olguyu barındırmayan bir dindir bu anlamıyla Feuerbach’ın kuramındaki özellikle tanrı tanıtlamaları Buddizm için pek anlam ifade etmiyor, Buddizm içinde dinsel Ritüeller (ibadet şekilleri) tamamen ahlaki form tutma biçimleri şeklindedir bir Tanrı veya üst gücün emirlerini yerine getirme onu memnun etme ondan gelecek ödül veya cezanın yer almadığı bu din Feuerbach anlamında ne ifade eder ?
Birde ilkel dini ele alalım bu Şamanizm olabilir Şamanizm Türklerin milli dinidir bu dinin Kozmogonisine (evrenin yaratılış şekillerini açıklama) göre evrenin tepesinde Bay-Ülgen oturmaktadır onun çocukları vardır ve Tanrı Bay-Ülgen evreni onların yardımıyla yönetir Bunlardan Erlik Kaan ona isyan etmiştir ve yer altında yaşamaktadır (şeytan) ona verilen görev ise yaşayanlara tuzaklar kurmaktır . Tanrılarla insanlar ancak Şamanlar (din adamı) vasıtasıyla görüşebilirler Şaman yeraltına gideceği zaman hediye olarak leş, göğe çıktığı zaman güzel ve cazip hediyeler götürür tanrılar gökte ve yerde çeşitli entrikalar çevirebilir insanlara zarar verecek çokça insansı eylemin var edicisi olabilirlerdi. İşte bu dinin Feuerbach anlamında ele alınmaya değer bir tarafı var çünkü bu kozmogoni okunduğunda insanın aklına eski Türk devletlerindeki taht kavgaları ve kavgayı güdenler etrafında ki olaylar geliyor burada insani özün yansımalarını görmek mümkün.
Yaşanılan coğrafya da en çok inananı olan İslam söz konusu olunca Projection kuramı nasıl bir şekil alıyor acaba ?. Öncelikle İnsan kavramına karşılık gelen bir adlandırma yaparak başlayalım insanın somutlaşması bu anlamıyla önemli , öyle ya insan dediğimiz kim? yaşamın yeryüzünde var olmasından bu yana var olan nice kişiden biri bu somutlaştırmaya birde ad verelim bu ise dinin kurucusu olan (Hz) Muhammed olsun ve ona Feuerbach’ın sorularını soralım neydi bu insanın ihtiyaçları ve ardından gelen dinin oluşumunda bunun etkileri nelerdir ?(Hz) Muhammed in kişisel ihtiyaçları toplumsal statü ihtiyaçları burada söz konusu edilmektedir. bu soruları sorarken aklımızda Din olarak İslam ın Kozmogoni sini göz önünde bulunduralım....
Din olarak İslam’ın günümüzdeki anlamını ele alarak başlayalım isterseniz, insanlığa verdiği ve diğer dinlere benzemeyen içinde boşluk bırakmayan bir evren haritası sonsuz güce sahip bir Tanrı imajizasyonu, insana yeteri bilgiyi sunan bir geçmiş ve gelecek haritası ve bunları var ettiği ileri sürülen m.6. yy’da yaşamış okuma yazma bilmeyen bir Arap işte Feuerbach ölçeğinde değerlendirilmesi gereken nokta burası sanırım.
Dinler kozmogonilerini ortaya koymaya öncelikle Tanrının neliği ile başlarlar ve Tanrı denilen varlıktan ne anladıklarını Soyut bir olguyu hiç kimsenin görmediği hatta bir kısmının (Kendi dinlerine inanmayan herkesin) inanmadığı bir varlığı insana yanıtlamanın zorluğu burada kendini hissettirir, insan ve Tanrı arasındaki ontolojik farklılıkta ayrı bir sorunsaldır dinler için; insan sınırlığı ile icat edebilen zamanla ve madde form ilişkisi ekseninde düşünüşler ortaya koyan bir varlıktır, ve din bu ortamda insana, zamanla sınırlanamayan asla göremeyeceği bilemeyeceği bir varlığı aktarırlar.
İslam din olarak söz konusu olduğunda cümlesinin benim kullandığım anlamıyla anlamı Salt din ve İnananların yaşayışlarıyla somutlaştırdıkları din ayrımında salt din anlamındadır, bu anlam bugünün yaşanılan dinin önemli bir bölümü kapsam dışında bırakır,
İslam dini felsefi dille söylersek katı monoteist din statüsüne girer Katı monoteizmin İslam kelamında en iyi savunucusu Gazzali olagelmiştir Onun nitelemesiyle Tanrı kara gecede kara taşın üzerindeki kara karıncanın kara ayağını görür, ancak bu niteleme kelami anlamda aktarımdır İslam düşünce tarihinde Felasife (felsefeler, kaynağını us’tan alan her türlü düşünüş olarak isimlendirilir ) kökenli filozoflar tanrı tanıtlamalarına farklı yaklaşmışlardır, Meşşşai (Peripetosçular Aristonun ardılları ) ekol tanrı tanıtlamalarına Sudur kuramıyla açımlamalar getirmeye çalışıyordu Sudur taşma anlamına gelmektedir , bu kurama göre Tanrı Aynen Platon un Tanrı tanıtlaması gibi hareket etme gücü olamayan kendini bilen bir varlıktı ancak farkı kendini bilmesiyle Alemi de bilen bir varlık olmasıydı.
İslam düşünce tarihinde kullanıldığı anlamıyla TANRI TEK, EZELİ, EBEDİ, MUTLAK VE İYİDİR, buradaki kavramları tek, tek irdelersek İslam ın Tanrıyı nasıl nitelediğini anlayabiliriz Tanrının tek olmasını nitelerken kelamcılar AHAD kavramını kullanırlar AHAD Allah’a her türlü benzeşimi reddeden İhlas Suresinin ana terimidir bu anlamıyla Tanrı varlıkların hiç birine benzemez ikinci olarak O mürekkeb (birleşik) olmayıp basit bir varlıktır (bu anlamıyla Hıristiyan Teolojisinde aktarıldığı anlamıyla Tanrının tek olduğu ancak onun Üç şekilde / sıfatta göründüğü şekliyle aktarılan Teslis / Trinity inanışını yadsır) bunun yanında O yaratıklarından hiç birisinden var olmak ve varlığını devam ettirmek için yardım almak durumunda değildir.
Tanrının Ezeli ve Ebedi olması onun için bir başlangıç ve son düşünülemeyeceği anlamına gelir buna göre biz Tanrı için olmadığı bir zaman düşünürsek bu haliyle onun sonradan var olduğunu öne süreriz bu ise onun sonradan olduğu anlamına gelir. Bu konuda İslam düşünce tarihinde ciddi tartışmalar olmuştur Farabi ve İbn-i Sina ekolü Sudur teorisi uyarınca Bütün varlıkların Tanrı gibi Ezeli sıfatını taşıdıklarını düşünüyorlardı Çünkü bu ekole göre Tanrı dışında bir varlığın var olması onun Tanrı tarafından düşünülmesine bağlıydı ve eğer biz bir varlığa sonradan yaratılmış dersek bu Tanrının onu düşünmediği bir zamanın olduğu anlamına gelir bu ise Tanrıya uygun olamayan bir nitelemedir, tanrının ebedi olması onun gelecekte de var olması anlamına gelir İslam düşünce tarihinde Tanrıyla beraber İnsan ruhlarının da ebedi olacağı düşünülmektedir.
Tanrının SONSUZ ve DEĞİŞMEZ olması Onun ezeli ve ebedi olmasıyla ilgilidir; bu kavramlar onun en üstün sıfatlara sahip olduğunu ve onun fiillerinde her hangi bir sınırlamanın olamayacağı varlığı ve mahiyetinin / ne’liği’nin aynı olduğunu ve en üstün sıfatlara sahip olduğu anlamında kullanılır.
“Allah göklerin ve yerlerin NURUDUR “(Nur 35) ayeti bir çok Müslüman düşünür tarafından ilahi sonsuzluk anlamında kullanılmıştır M. İKBAL’e göre “Allah yaratıcı gücünde sonsuz imkanların bulunduğu mutlak bir ben’dir (ene/ego); yine ilahi sonsuzluk onun ferdiyetine/tek ve benzersiz olmasına zarar vermeden öteki sonluları SEVGİYLE kucaklamaktadır.
Tanrının İYİ olması felsefe tarihi içinde en çok tartışması yapılan sıfat olagelmiştir politeistik dinler bunu iyi bir tanrının yanına birde kötü Tanrı koyarak düalist/ikici bir yaklaşımla çözmeye çalışmışlardır, bunun yanında bazı filozoflar Tanrının gücü ve iyi olmasıyla evrende var olan kötülüklerin bir arada olmasını ya Tanrının yada kötülüğün olamaması yönüyle ele almışlardır bu anlamıyla eğer bir kötülük varsa ve sonsuz güçte bir Tanrı varsa bu durumda iki durum söz konusudur ya Tanrı güçsüzlüğünden kötülüğü önleyemiyordur (ki bu durumda o güçsüz olur) yada o cidden insanın kötülüğünü isteyen despot bir varlıktır .
İslam kozmogonisini işlemeye Tanrı sıfatları ile başladım, bu bir yerde bir mecburiyet gibi Tanrıyı nitelemeden Onun yarattığı evreni anlamak biraz güç geldi bana...